Bu soruya direkt cevap vererek yazıma başlamak istiyorum. Dürüst olmak gerekirse elbette bazı insanlar üstündür. Fakat bu gerçeği bu kadar kısa bir cümleyle ifade edince “genelleme yapıyorsun” algısı oluşabilmekte. Dolayısıyla ifadeyi daha gerçekçi kılmak amacıyla biraz açacak olursak;
Gerçek: Bazı insanlar bazı konularda diğerlerinden üstündür.
Ve bu gayet olağan ve doğal bir durumdur. Çünkü her insanın farklı becerileri ve yetenekleri olduğu gibi bu yetenek ve becerileri yönlendirebileceği farklı ilgi alanları da mevcuttur.
Ancak bir yanlış anlaşılmanın önüne geçmek ve yapıcı olmayan eleştirileri yazının başındayken önlemek için şunu belirtmemde fayda var: Burada belirttiğim üstünlük kavramı hukuki bir anlam taşımamaktadır. Elbette her insan eşit hak ve özgürlüklere sahiptir. Dolayısıyla bu yazıda ele alacağım “üstünlük” kavramının, hukuki eşitlik kavramıyla çelişen hiçbir yanının olmadığını ve hatta hukuki eşitlikle uzaktan yakından alakası olmadığını belirtmek isterim.
Kimi insan sahip olduklarıyla, kimisi sahip olmadıklarıyla diğerlerinden daha üstündür. Bu gerçeği somutlaştıran bir çok örnek vermek mümkündür. Örneğin; sağlık açısından karşılaştırıldığında, herhangi bir hastalığa sahip olmayan kişi, hasta bir kişiden üstündür. Zenginlik açısından karşılaştırıldığında, Porsce sahibi bir kişi, hiç arabası olmayan bir kişiden üstündür. Kısacası bu yazının konusu olan üstünlük kavramı “belli bir bakımdan bir başkasından daha iyi durumda olma hali” olarak tanımlanabilir.
Peki dikkatleri çekmesi gereken şey, “Bazı insanlar üstün müdür?” sorusunun yanıtının “Evet” olması mıdır?
-Bence hayır.
Asıl dikkat çekilmesi gereken nokta, bu sorunun yanıtının, üstün ve üstün olmayan insanlara olan bakış açısını ve onlara karşı toplumsal davranış biçimini nasıl etkileyeceğidir. Çünkü bir insanın, doğuştan olmasa bile, sonradan belirli konularda diğerlerinden daha üstün hale gelip gelemeyeceği noktasında özgüven ve inanç oldukça etkilidir.
Sanıyorum ki hepimizin yaşama amaçlarından birisi “bugünümüzün dünden ve yarınımızın bugünden daha iyi olmasını sağlamak”tır. Kimse gelecekte daha kötü bir hayata kavuşmak(!) için çaba sarfetmek istemez. Bu durumda bazı üstün insanları nasıl algılayıp onlara nasıl davranacağımızı bu bağlamda değerlendirebiliriz.
Düşünce ve İşlevsellik: “İnanç”
Düşüncelerimizin işlevsellik 1İşlevsellik, bir şeyin amaca yönelik fayda sağlama durumudur. Örneğin; kıtalararası seyahat etmek için uçaklar son derece işlevsel araçlardır. üzerindeki etkisi oldukça yüksektir. Başarmak istediğimiz bir iş için çalışırken aklımızdan sürekli “ah, kesin yapamayacağım…” tarzı olumsuz düşünceler geçiyorsa başarma şansımız azalmaktadır. Bu tür olumsuz düşünceler, amaç edindiğimiz “başarma” eylemiyle çeliştiği için işlevselliği olmayan düşüncelere örnektir.
Düşünceleri, hedefine yönelik işlevsel etkide bulunan insanlara psikologlar “özgüvenli birey” demektedir. Dolayısıyla bu yazının ilerleyen paragraflarında daha iyi anlaşılacak olan ana fikir, “özgüven nedir, nasıl bir şeydir” sorusuna da bir yanıt olabilir.
Üstün insanları algılayış
Toplum içerisinden sıyrılmış olan bazı üstün insanlara olan bakış açısı ve onları algılayış biçimi hiç şüphesiz işlevselliğimiz üzerinde etkilidir. Zira çoğumuz ulaşmak istediğimiz bir hedefe doğru yürürken, o hedefe daha önce varmış olan insanların başarı hikayelerini ve yaşadıkları süreçleri merak ediyoruz. Bu da gayet doğal bir durum. Ve bu insanların nasıl başardıklarını, karşılaştıkları zorlukları nasıl aştıklarını öğrenmek istiyoruz. Kendi başarı serüvenimizi yaratırken bu insanların deneyimlerinden ve tavsiyelerinden yararlanmak ve hedefe nasıl ulaşacağımızı anlamak istiyoruz.
Ancak ulaşmak istediğimiz hedefe daha önce ulaşmış olan başarılı insanları dinlerken bazen işlevsel olmayan düşünceler geliştirebiliyoruz. Örneğin; sınavda derece yapmış bir öğrenciyi dinlerken “ama o çok zeki birisi, ben onun kadar zeki değilim” düşüncesini akla getirebiliyoruz. Ve bu düşünceden hareketle “zeki olmadığım için başaramayacağım, bu yüzden boşuna çalışmanın bir anlamı yok” sonucuna varabiliyoruz.
İşte üstün insanlara olan bakış açısının ve onları algılayış biçiminin önemi burada ortaya çıkıyor. Üstün insanlara karşı düşüncelerimizi, kendimiz için işlevsel hale getirmenin formülünü şöyle özetleyebilirim:
Çünkü insanın kendinden üstün bir insanın varlığını kabul etmesi, “ulaşamadığı ve erişemediği bir seviyenin” varlığını kabul etmesidir. Böyle bir kabullenme kişinin kendi başarısını engelleyebilmektedir. Dolayısıyla kendimizden daha üstün ve başarılı bir insan hakkındaki düşüncelerimizi şekillendirirken, o üstün insanın da normal bir insan olduğu ve kusursuz olmadığı gerçeklerini göz önünde bulundurmak lehimize olacaktır.
Gerçek: Hiçbir insan kusursuz değildir. Her insan kusurludur.
Şimdi bir soru:
- Kişinin, kendinden daha üstün bir insanın başarısından işlevsel olmayan bir biçimde etkilenmesini önlemesi ve bu başarıdan olumlu etkilenebilmesini sağlaması büyük bir başarı değil midir?
Bu soruya “Evet!” yanıtı verdiğiniz inancındayım. Ve öyleyse “hayırlı olsun” diyorum. Çünkü şimdiden ilk üstünlüğünüzü elde etmek için gereken adımı attınız.
Bir başkasının başarısından olumlu etkilenen kişi, bir başkasının başarısından olumsuz etkilenen kişiden üstündür.
Bu arada şunu belirtmek istiyorum…
Aramızdan bazıları “bazı insanlar üstündür, ama asla üstün kabul edilmemelidir” ifadesini yanlış anlayarak “üstün insanlara saygısızlık yapılmalıdır” sonucuna varabilir.
Hayır. Elbette üstün insanlar, başarılı oldukları, yani üstün oldukları, alanda son derece saygıdeğer olup saygıyı hak etmektedir. Ancak o insan gibi başarılı olmak ve kendi alanında üstünlük kazanmak isteyen birisine düşen şudur ki, şayet o insan gibi üstün hale gelmek isteniyorsa, bu saygıyı kendi hak etmektir.
Başkalarının başarısından kendimize tecrübe katmak gayet işlevsel bir davranıştır. Ancak başkalarının başarısından olumsuz etkilenmek asla başaramayacak olanların davranışıdır. Bu nedenle önündeki üstün insan örneklerine bakıp “ben de onun gibi başarılı olacağım” diyen bir insan, öncelikle “o insandan bir eksiğim yok” diyerek yola çıkmalı ve böylece düşünce bazında o insanla kendini eşitleyerek ilk adımı atmış olmalıdır.
Ve bu ilk adım, yani inanmak…
Bu içeriğimi beğendiyseniz, “Üstünlük algısı ve toplum” temalı devam yazımı da okuyabilirsiniz.